25 Ekim 2014 Cumartesi

Türk futbolu ve kurtuluş formülleri! - Yavuz Semerci'nin 4 günlük yazı dizisinin tümü

Yazı dizisinde TFF, Digiturk, Passolig yöneticilerinin yanısıra Ünal Aysal ve Aziz Yıldırım'la yapılan görüşme ve onların önerileri de yer alıyor.

İşte Türk futbolunun kurtuluş formülleri!

Naklen yayınlardan kim ne kadar para alıyor?
Yavuz SEMERCİ - YAZI DİZİSİ 1 / HT GAZETE
Başlarken...

Milyonlarca futbolseverden biriyim. “Ne olacak Türkiye’nin hali?’’ muhabbeti sıradanlaştı, eski popülerliğini “Ne olacak şu futbolun hali?’’ cümlesine kaptırdığını üzülerek izliyorum. İzliyorsunuz. Eskisi gibi maçları takip etmiyorum. Edemiyorum. Sıkılıyorum. Karşılaşmaların kalitesizliği konusunda futbolseverler hemfikir. Sürekli top ezen futbolcular, basit ve seyir zevki verecek bir oyun tarzından uzaklaşıyor. Oyun sürekli faullerle duruyor. Milyonlarca dolar alıp ceza sahası içinden kaleyi tutturamayan futbolcuları gördüğümde tepkim artıyor. (Milli maçı hatırlatmama gerek yok sanırım!) Seyircisiz oynanan maçlardan kim keyif alabiliyor ki? Hakemleri düdük manyağı yapan ve oynamak yerine oynatmamayı hedefleyen futbolcuların bilgi ve becerileri değil tek sorun. Her yıl milyar doların aktığı futbol endüstrisinde kulüplerin neden ve nasıl, finansal yapılarının bu kadar kötü olduğunu anlayabilen var mı? Ya da soruyu şöyle sorayım, bu kadar beceriksiz yönetici nasıl bir araya gelerek ne zaman sistemi teslim aldı ve her biri neden bir diğerinin bacağından aşağıya çekiyor? Futbol endüstrisinin egoları şişmiş yönetici ve teknik direktörlerinden sıkılmadınız mı? Neden statlar dolmuyor? Futbola ilgi neden Avrupa takımlarına yöneliyor? Kısa ve uzun vadede ne gibi adımlar atılmalı? Bu soruların yanıtlarını ilgililere sordum. Rakamları inceledim. Karşılaştırmalar yaptım. Kendimce bir sonuca ulaştım. Onları sizinle paylaşmaya başlayabilirim...

Küçük bir not: Rutin olması zor ama çeşitli zamanlarda analiz yazılarıyla karşınızda olacağım. Bu yazıları, dizi yazısı olmaktan çok, toplumun konuştuğu veya konuşması gerektiğine inandığım alanlarda analizler, ön inceleme, farklı bakış açılarını gündeme getirme çabası olarak görürseniz sevinirim...


2010 yılında Süper Lig’in canlı yayın hakları ihalesi sonuçlandığında kimse gözlerine inanamıyordu. 2009- 2010 sezonunda yıllık 160 milyon dolar naklen yayın bedeli ödeyen Digiturk, rakamı 321 milyon dolara çıkarmıştı. Ayrıca Türkiye Futbol Federasyonu’na (yüzde 10 pay) 32 milyon dolar, organizasyon bedeli olarak da (yüzde 2) 6.5 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti.

TRT ise maç görüntülerini yayınlama hakkı olarak 40 milyon dolar, Türk Telekom da haber amaçlı görüntülerin digital yayın hakları için 13 milyon dolar ödeyecekti. Elbette iki firma federasyona yüzde 10 da katkı payı ödeyecekti.

Futbol takımlarına dağıtılacak yıllık para 373 milyon dolara çıkmıştı. Ve her yıl yüzde 10 artış yapılacaktı. Süper Lig takımlarının başına talih kuşu konmuştu. O parayla neler yapılmazdı ki?

O gün Türkiye Futbol Federasyonu Başkanvekili Lütfi Arıboğan ihale rakamlarının ulaştığı seviyeyi “Türkiye Süper Ligi Avrupa’nın en değerli 6’ncı ligi olmuştur’ şeklinde açıklıyordu.

★ ★ ★

İhalenin hemen ardından mutluluk atmosferi dağıldığında Digiturk yönetimi (Haberi ben yapmıştım) futbol kulüp başkanları ve federasyon ile bir araya gelmiş ve özetle “Beyler size yapılacaklar listesini sunuyoruz. Bu kriterlere uyarsanız, abone bazımızı artırır, size yıllık ödemeleri yaparız. Yoksa teminatımızı
yakar, bu işten vazgeçeriz. Stadyumlarınızı yapacaksınız. Küfür bitecek. Yöneticiler televizyona çıkıp birbirlerini eleştirmeyecek. Maç sonunda teknik direktörler yayına bağlanacak... Sahalarınız futbol oynamaya elverişli olacak... Futbolun yasası çıkacak. Elektronik bilet uygulaması başlayacak’’
demişti.

★ ★ ★

Futbola para yatıranlar, 2011 yılında şike soruşturmasını bilseydi, futbola bu kadar kaynak ayırır mıydı? Şike süreciyle birlikte her şey tersine döndü. Kavga başladı. Seyirci şikeyi sevmedi! Tepki gösterdi. Ligin tadı kaçtı. Seyirciler aboneliklerini iptal ettirmeye başladı. Sponsorlar takımları desteklemekten vazgeçti. Seyirci politik kimliği benimsedi. Avrupa kapıları yüzümüze daha bir sıkı kapatıldı. “Ben temizim, sen kirlisin’’ tartışmaları herkesi kirletti. Kalite düşerken, abone sayılarında anlamlı artışlar yaratamayan ve yıllık ödemelerini yapamayacak duruma düşen Digiturk çareyi 4 artı 1 yıl olan yayın hakkı sürecini, 2 yıl daha uzatma hakkı almakta buldu. Krizi zamana yayacak, bu yılların zararını gelecek yıllardaki artan abonelerle sağlayacak yeni bir plana başvurdu. Ve bu sayede banka kredisi kullanarak takımlara kaynak aktarmayı amaçlıyordu.

★ ★ ★

Arada yaşanan Gezi gibi toplumsal olayların futbola ilgisi ve statlarda başlayan hükümet karşıtı protestolar futbol ve güzelliklerini arka plana itti. Aslına bakarsanız, futbolun kalitesi de giderek düşüyordu. Seyirci sayısı ise eriyordu. Yeni sezon başladığında statlardaki ilgisizliği Passolig uygulamasına bağlayan kolaycı bir yaklaşım ortaya çıktı. “Hükümet bu işi icat ederek hem yandaş bir gruba avantaj sağlamış hem de statlardaki muhalif söylem sahiplerini fişlemenin yolunu açmıştı...’’ İddia buydu... Gerçek ise bambaşkaydı...

★ ★ ★

Futbola olan ilginin azalıp azalmadığını anlayabileceğiniz birkaç veriye sahibiz. Biri seyirci sayılarıysa bir diğeri de televizyon reytingleri ve Lig TV abonelikleri... İsim kullanılmasını istemeyen bir Digiturk yetkilisi şu görüşü dile getirdi:

“2001 yılında naklen yayın işini üstlendiğimizde Avrupa şampiyonu bir Galatasaray ve Dünya 3’üncüsü Türkiye vardı. 10 yılda Türk ekonomisinin geldiği nokta belli. Gelişmişlik göstergeleri belli. Abone sayıları da bu dönemde yükseldi ama ekonomik büyümenin çok altında kaldı. Durumumuzu anlamanız için şu örneği
verelim. Türkiye liglerine aboneler arasında ayrılanların sayısını, yeni abone yaparak dengeliyoruz. Ancak örneğin İngiltere ligini izleyen abonelerde üyelikten çıkış yok. Eskiden maç yayınlarımızın reytingi yüksek olurdu. Şimdi düşme eğiliminde...’’

Bu bilgi bile bize seyirci sayısındaki azalmayı Passolig gibi bir nedene bağlamanın yetersiz bir açıklama olduğunu gösteriyor. Nitekim, geçen sezon maçların (Passolig yokken) stat başına ortalama seyirci sayısı 7 bin 400 idi. Bu çalışmayı hazırlarken Passolig yetkilileriyle de görüştüm. Yarın onları size aktaracağım. Sadece şunu söyleyebilirim, var olan Passolig aboneleri bile örneğin Galatasaray’ın stadını doldurmaya yeter... Peki neredeler?

★ ★ ★

Ayrıca bir başka acı gerçek ile karşı karşıyayız. Neredeyse birkaç kulüp hariç tümü finansal olarak bir bataklığa saplanmış durumda. Halka açık kulüplerimiz de dahil yöneticiler kaynakları yanlış transfer politikalarıyla çar-çur etmiş durumda.

Ve herkes şu soruyu kendine sormalı: “Biz nasıl oldu da Avrupa’nın en değerli (parasal olarak) 6’ncı ligi iken en değersiz futbol ülkesi olduk?” Ya para fazla geldi ya da akıl para ile yer değiştirdi...


NAKLEN YAYIN GELİRLERİ NASIL DAĞITILIYOR?

-Yüzde 11’i Süper Lig’de şampiyon olan takımlara (Bu kaynak şampiyonluk sayısına bölünüyor ve takımlara şampiyonluk sayısına göre dağıtılıyor.),

-Yüzde 35’i 18 Süper Lig kulübüne eşit olarak,

-Yüzde 45’i puan performansına bağlı olarak,

-Yüzde 9’u ise Süper Lig’i ilk altı sırada bitirecek takımlara sezon sonu ödülü olarak
dağıtılıyor.

-Bu hesaba baktığınızda ligden düşen bir takım bile havuzdan 10 milyon dolara yakın kaynak alarak batıyor. Ligi ilk 6’da bitiren takımların yıllık havuz gelirleri ise 40 milyon dolar ile 25 milyon dolar arasında değişiyor.
ÖNERİLERDEN BİR DEMET...

PEKI neden bu duruma düştük ve nasıl bu bataklıktan çıkacağız? Genelde eleştiriler kulüp yöneticileri ve Türkiye Futbol Federasyonu’na yöneliyor. Kısa ve uzun vadeli eylem planından bahsediliyor. Önce onları özetleyeyim. Yarın görüş sahiplerinin yaklaşımlarını sizinle paylaşırım...

1) Gündüz maçlarına ağırlık verilsin.

2) Kulüplerin şirketleşmesi teşvik edilsin. (Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzon, Bursa gibi takımların geniş taraftar kitlesi nedeniyle bu iş zor olabilir. Gelir-gider dengesini gözetmeyen yöneticileri engelleyecek bir hissedarlık yapısına ihtiyaç var. )

3) Maç özet görüntülerine ödenen rakamın düşürülmesi gerekir. Böylece görüntülere daha fazla kanal ulaşacak ve spor programlarının kalitesi artacak.

4) Menajerlik sistemi değişmeli ve sözleşme hukuku alanında yeni standartlar belirlenmeli.

5) Yabancı futbolcu sayısını sınırlamak yerine, sınır kaldırılmalı ancak yabancı futbolcunun yaşı ile ilgili sınır getirilmeli (örneğin 22 yaş), transfer edilmek istenen yaşı ilerlemiş yabancı futbolcuların da kendi milli takımlarında oynuyor olmaları (Son 3 yılda yüzde 70 oranında milli takıma çağrılmış olması gibi) şartı getirilmeli.

6) Genel kurulda belirlenmiş gelirlerinin yüzde 25’inden daha fazlasını temlik edememe kuralını çiğneyen takımlar cezalandırılmalı ve ligden atılmalı.

7) Finansal fair-play şartlarına uymayan takımlara göz yumulmamalı.

8) Naklen yayın havuz gelirlerinin paylaşımında başarı kriterine verilen kaynak artırılmalı.

9) Statların yenilenmesi ve Avrupa şartlarına ulaştırılması için gerekirse Futbol Federasyonu kaynakları kullanılmalı.

10) Kulüpler gelirlerinin belli bir yüzdesini altyapıya harcamak zorunda kalmalı.

11) Futbol eğitimcilerini yetiştirecek kaynak bulunmalı, Milli Takım’a yabancı hoca bulacağız diye kıvranmak yerine futbolcuları eğitecek insan kaynağı yaratılmalı.

12) Halka açık futbol kulüplerine ait şirketler sıkı denetlenmeli ve yatırımcıları mağdur edecek davranışları acımasızca engellenmeli.

13) Borç batağındaki takımlara transfer yasağı getirilmeli.

14) Almanya’nın yaptığı gibi futbol merkezleri kurulmalı. Bölgesel lig sistemine geçilmeli. Devlet takımlara verdiği yol parası uygulamasından vazgeçip futbol akademilerine kaynak ayırmalı.

15) Alt liglerdeki futbol karşılaşma sayıları yılda 26 maçtan 40-50 maça çıkarılmalı. Futbolcuların 4 ay futboldan uzak kalması engellenmeli.

16) Kulüp başkanları harcamalara şahsi kefalet vermeli. Harcamalardan sorumlu olmalı.

17) Bankaları nasıl üst kurum BDDK denetliyorsa, futbol takımlarını da kurulacak ve kulüp takımlarının seçemeyeceği bir üst kurul denetlemeli ya da Futbol Federasyonu delege yapısı değiştirilerek büyük ağırlık amatör kulüplere verilmeli...


YARIN: PASSOLİG GERÇEĞİ

Türk futbolu neden düşüşte?

‘Bakkal hesabı yapamayan yöneticiler gitmeli’

Yavuz SEMERCİ - YAZI DİZİSİ 2 / HT GAZETE
STATLARIN dolmamasının temel nedenin Passolig olduğu söyleniyor. Kiminle konuşsam benzer bir argüman seslendiriyor. Şirket yetkilileri ise aynı görüşte değil. Rakamlar incelendiğinde sisteme girişlerin belirgin bir artış göstermesine rağmen yeterli olmadığı açık. Ancak sorunun temelindePassolig’in yattığını düşünenler, yanlış yorumlamaktadır. Eski Türkiye Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Emre Alkin bir istatistik paylaştı.

GEÇEN sezon maçların (Elbette cezalar nedeniyle sahaların kapatılmasını da dikkate almak gerekir) ortalama 7 bin 500 kişiyle oynandığını söyledi. Birinci lig takımlarının statlarının toplam kapasitesi 270 bin kişi. Geçen yıl Süper Lig ve PTT 1. Lig’de haftalık maç izleyenlerin sayısı ise ortalama 140 bin kişi. Şu anda Passolig sayısı ise 430 bin. Yani bu sezon liglerin ortalama seyirci sayısının çok üzerinde Passolig sahibi var. Ama gelmiyorlar. İlgisizliğin başka nedenleri var aslında.

'BAKKAL HESABI YAPAMAYAN YÖNETİCİLER GİTMELİ'
SIZE Spor Toto’dan edindiğim bir başka istatistik daha sunayım: Türkiye’de aktif İddaa oyuncularının sayısı 6 milyon kişinin üzerinde. Kimi haftada iki kere, kimi ayda bir kere kupon dolduruyor. Ve kupon ağırlığı yurtdışı maçlar. Legal bahislerde Türkiye’de elde edilen hasılatın bu yıl 7.5 milyar lirayı geçmesi bekleniyor. Bunun yarısı bahisçilere ödül olarak dağıtılıyor. Yüzde 1.5’i işletmeci firmaya kalıyor. Yüzde 8’i de bayi kârı. Gerisi devlete kalıyor. Ve devlet bu kaynağın önemli bölümünü isim hakkı olarak kulüplere ödüyor.

Yani bu ülkede futbolu seven, ilgilenen çok büyük bir kitle var. Buna rağmen uluslararası başarı gelmiyor. Statlar dolmuyor. Futbol endüstrisi kalıcı bir başarı grafiğini yakalayamıyor. İddaa oynayacak kadar futbolla ilgilenen ama ülke takımlarını desteklemekten uzaklaşan bir kitle oluşuyor.

Bir başka gerçek. “Sporda şiddet var” diye birçok sponsor, takımları desteklemekten vazgeçiyor. Forma reklamı olmayan 8 Süper Lig ve 7 PTT 1. Lig takımı var. Dünyada en pahalıgöğüs reklamı yıllık 80 milyon dolar, Barcelona’da bu rakam45 milyon dolarken örneğin Fenerbahçe’nin göğüs reklamı yok! Var olanlar da 3 kuruşa satıyor. Neden?

Yani çözümün parçası Passolig uygulamasına odaklanmaktansa, çözüm bekleyen daha derin sorunlara eğilmek gerekiyor...

Emre Alkin’e göre temel sorun basit: Bakkal hesabı bile yapmaktan aciz yöneticilerin varlığından kulüpler arınmalı. Galatasaray’da bir dönem yöneticilik yapan Işın Çelebi’nin dediği gibi finansal yapıları kontrol edemeyen, menajerlik sistemini yenileyemeyen, sözleşme yapmasını bilmeyen, gelir-gider dengesini tutturamayan bir endüstrinin başarı sağlaması mümkün mü?

Kendinize şu soruyu sorun: Ailenizi alarak en son ne zaman maça gittiniz? Bir bilgiye göre İngiltere’de 1968 yılında maçları izleyenlerin ortalama yaşı 16 imiş. 10-15 yıl sonra yaş ortalaması 40’a çıkmış. Ve hemen önlem almışlar. Gençler için bedavaveya indirimli biletler vermeye başlamışlar. İngiltere’de, Almanya’da maçların gece oynanmamasının temel nedenlerinden de biri bu. Herkes büyük takımların seyircilerinin her şartta maça gideceğini varsayıyor. Peki çocuklar? Gençler? Ertesi gün işe gidecekler? Küçük şehirlerde yaşayanlar? Yayıncı kuruluş para kazanacak diye gece maçlarına ağırlık verildiğini söyleyenler haklı olabilir. Ama statlar dolmaz ise boş tribünlerde oynanan bir maçın halı saha maçı kadar bile zevk vermeyeceğini anladık sanırım!

Passolig uygulamasına dönersek... Bu sistemin temeli 2011 yılında AKP, CHP ve MHP’nin ortak iradesiyle çıkan 6222 sayılı yasa. Stat girişlerinde elektronik bilet uygulanacak. Stat kameralarla izlenecek. İzlenmeyen kör nokta kalmayacak. Stat içinde bir operasyon odası kurulacak. FutbolFederasyonu’nda tüm maç görüntülerinin anlık izleneceği operasyon merkezi oluşturulacak. Bilet alanların kimlikleri ve oturacakları yerler tespit edilecek nitelikte otomasyon ve yazılım altyapısı kurulacak. Böylece küfür, kavga, sahaya yabancı madde atılması gibi sporun ruhuna aykırı ve düzeni bozan davranış içinde olanlar anında cezalandırılacak. İyi-kötü ayrımı yapılacak. Bir kişi veya grubun davranışı nedeniyle statlar futbolseverlere kapatılmayacak. Turnikeler çalışacak. Statlara
kaçak giriş olmayacak. Spor savcıları da görüntüler eşliğinde, yüz tanıma programıyla, kimlik tespitini yapan kameralar eşliğinde kötü davranış içine girenler hakkında kanunu uygulayacak. Görev federasyonda. Ve 2013 yılı nisan ayına kadar da bu görevini yerine getirecek. Emre Alkin anlatıyor: ‘’Bu işi biz yapamazdık. İşi ikiye ayırdık. Altyapı ve sponsorluk. Altyapıyı bir firmaya kurduracak, işin bedelini de sponsora yükleyecektik. Altyapı ihalesinde 16 firma dosya aldı, 6’sı ihaleye katıldı. IBM de bunlar arasındaydı. Açık eksiltme usulü ile iş 100 milyon TL ile E-Kent firmasında kaldı. ‘Sponsor firma kim olacak?’ denildiğinde bankalar karşımıza çıktı. Bizzat ben bankaları dolaşarak ikna etmeye çalıştım. Onun ihalesi için de dosya alan bankalar oldu. Pek çoğu  işin kârlı olmadığını ve kendi kredi kart programlarına ek bir fayda sağlamayacağını futbol takımlarına sponsorluk parası ödemeyi düşünmediklerini belirterek ihaleye girmedi... Yine de PTT yanına 6 bankayı alarak Aktif Bank ile yarıştı ve ihaleyi Aktif Bank kazandı.’’

TÜRK FUTBOLUNA 400 MİLYON TL
Passolig uygulamasının başında bulunan Genel Müdür Özgür Gündoğan anlatıyor:

“Altyapı ve sponsorluk işini Çalık Grubu olarak aldık. E-Bilet altyapı dönüşümleri için şu ana kadar yaklaşık 110 milyon TL harcadık. 10 yıla kadar kulüplere destek ve E-Bilet gelirleriyle birlikte harcamamız 400 milyon TL’ye ulaşacak. 36 stadyuma yaklaşık 3 bin 500 kamera, stadyumlara ve TFF binasına eşzamanlı olarak görüntülerin akması için maç operasyon odaları kurduk. Tüm stadyumları modern hale getirip hızlı, güvenli ve UEFA kriterlerine uygun hale getirdik. Yani yıl bazında yaklaşık 20 milyon dolar harcayacağız. ‘Peki ne kazanıyoruz?’ derseniz verdiğimiz kart başına taraftardan 15 TL alıyoruz. (Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzon 25 TL, Bursaspor 20 TL.) Bu rakamın sadece 8 TL’si plastik kart ve çip bedeli olarak bize kalıyor. Gerisi taraftar olduğunuz takıma ödeniyor. Ayrıca her maç bileti aldığınızda 2 TL kazanıyor ve bunun 1 TL’sini de yine kulübe bırakıyoruz. Uzun yıllar bu işten zarar edeceğiz ama Türk futbolu ve taraftara destek olmayı sosyal sorumluluk olarak görüyoruz. Ayrıca bankanın kredi kartı müşteri bazını geliştirerek bankacılık sektöründe güçlü bir şekilde yer almayı hedefliyoruz. Biz zaten E-Kent firmamızla 40 ilde vatandaşların 7/24 ulaşımda ve alışverişte kullanabileceği kart sistemini işletiyoruz. Otobüslerin içindeki kamera ile tarife yönetimini anlık bazda yapıyoruz. Taraftar kartın bu işimizi büyüteceğine inanıyoruz.’’

KARDEŞ BAŞA BAŞ MISIN!
FFP... Bunun ne anlama geldiğini bileniniz azdır ama bu harfler yan yana gelince futbol kulüp yöneticileri kâbuslar görür. FFP’nin açılımı Financial Fair Play... Ne demek bu? UEFA tarafından açıklanan ve takımların uyması gereken mali kriterler demek... Anlaşılması aslında çok basit. Özeti şu: “Arkadaş sen bana ve benim açıkladığım oyun sistemine üye isen gelir-giderlerini dengede tutacaksın.’’ Halk deyimiyle bu kriterlere “başa baş’’ tanımı (Break Even) daha uygun. UEFA bu kurala uymayanlara turnuvalardan men cezası verecek ve cezalar 2014-2015 sezonuyla uygulanmaya başlanacak. Takımların gelir ve giderleri de tanımlanmış. Yani başa baş kuralı tanımlanan gelir ve giderler üzerinden yapılıyor. “Hisse sattım, bina sattım, arsa sattım, gelir elde ettim’’ diyemiyorsunuz. Diyor ki UEFA: “Gelirlerin; maç günü gelirleri, yayın, sponsorluk, reklam ve medya, ticari, finansal, bonservis gelirleridir. Giderlerin de altyapı, tesis geliştirmesi, bonservis giderlerine dair finansman giderleridir. Bu gelir ve giderler başa baş olacak. Ya da 2 yıllık toplam zararın 5 milyon Euro’yu aşamayacak. Ek sermaye koyacaksan zarar 45 milyon Euro’yu geçemeyecek. Eğer zararın bir önceki yıla göre azalıyorsa seni turnuvalardan men etmem...”

FFP’nin bir de gösterge ihlalleri uygulaması var. Kulüpler yönetsel giderlerini azaltmak için 4 adet risk göstergesine göre değerlendiriliyor. İşletmenin devamlılığı kuralına göre mali tablolarda hakkında olumsuz denetçi raporu ihlal sayılıyor. Takımın sermayesi negatife dönmüşse, son 3 yılın herhangi bir döneminde 5 milyon Euro üzerinde zarar etmişse ve ilgili yılın haziran ayında vadesi geçmiş ve ödenmemiş (futbolculara, teknik direktörlere, diğer kulüplere, vergi dairesine veya SGK’ya) borcu bulunuyorsa o takım gösterge ihlali yapmış sayılıyor. Haziran 2011/12 sezonunda Beşiktaş bu ihlalden dolayı 1 yıl UEFA’ya gidemedi.

Ayrıca UEFA, çalışanlara ödenen ücretlerin, gelirlerinin yüzde 70’inin üzerinde olmasını ve şirketin net borcunun gelirlerinin yüzde 100’ünü aşmasını da gösterge ihlali sayıyor.

*

Galatasaray’ın eski yöneticisi Mehmet Helvacı’nın, Avrupa kupalarına katılamama tehlikesini söylerken kastettiği bu kurallar. UEFA, Galatasaray’ı izlemeye aldı. Galatasaray 2015-2016 yılında başa baş kuralına uymayı kabul etti. Yani gelir-gider dengesi uyumlu olacak. Konuya yakın ve mevcut yönetime muhalif kanadın söylediğine göre, Galatasaray’ın 3 yıllık zararının 30 milyon Euro’yu aşmaması gerekecek. (UEFA’nın zarar aşım sınırları da dikkate alındığında.) Galatasaray 2012-/13 sezonunda 42 milyon Euro zarar etti. 2013/14 zararı şimdiden 50 milyon Euro. Zarar aşımına inmesi için gelecek sezon 63 milyon Euro kâr açıklamak zorunda. Ayrıca gelecek sezon çalışanlara (futbolcu, teknik direktör) ödenecek ücretlerin artırılmayacağını taahhüt etti.

UEFA’nın izleme süreci ve başa baş kuralı dışında Galatasaray için bir başka yakın tehlike de SPK Kanunu’nun 28’inci maddesi. Bu maddeye göre üst üste 5 yıl zarar eden halka açık ortaklıklarda, oy hakkına ve yönetim kurulunda temsil edilmeye ilişkin imtiyazlar kurul kararı ile kalkıyor. Yani pek çok takım gibi Galatasaray da kâr etmeye, başa baş kuralını uygulamaya mecbur. Galatasaray’ın başkan adaylarından Duygun Yarsuvat “Başarı kazançtır. O yüzden başarıya odaklanacağız’’ diyordu. Harcamalarını artırması neredeyse imkânsız olan, daralmak zorunda kalacak bir Galatasaray var karşımızda. “Sportif başarı kazanç getirecek. Öyle ise harcamaları bir şekilde artıralım” anlayışı ile yola çıkan bir yönetim, sportif başarı elde etmediğinde, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olanlara” benzeyebilir... SPK ve UEFA baskısı kulübü fazlasıyla hırpalayabilir... Böyle bir süreç başlarsa, Ünal Aysal’ın projelerini tıkayan ve izin vermeyen yöneticiler şöyle düşünebilir: “Keşke arsalarımızı Ünal Aysal’ın dediği gibi gayrimenkul yatırım ortaklığına çevirip kaynak sağlayarak borçlarımızdan kurtulsaydık...’’ Derler mi, derler!


YARIN: AZIZ YILDIRIM VE ÜNAL AYSAL, TÜRK FUTBOLUNDAKI SORUN VE ÇÖZÜM ÖNERILERINI ANLATTI: ŞIRKETLEŞMEYE NASIL BAKIYORLAR? HANGI ÜLKEYI ÖRNEK ALIYORLAR?

Başkanlar' Almanya modeli' dedi!

Aysal: Devletten bağımsız bir yapı kurulmalı

http://spor.haberturk.com/futbol/haber/1002699-baskanlar-almanya-modeli-dedi
Yavuz SEMERCİ - YAZI DİZİSİ 3 / HT GAZETE
Bırakın 13 yılı, 2010 yılından bu yana Süper Lig takımlarına sadece naklen yayın ihalesinden aktarılan kaynak yaklaşık 1 milyar 600 milyon dolar. TL cinsinden ifade edersek (ortalama 1.90 TL’den) 3 milyar TL... Stat ve sponsorluk ile İddaa ve de Avrupa Kupası gelirlerini katmıyorum. Bu kaynağın ne kadarı altyapıya, ne kadarı geleceğin futbolcularının eğitimine, ne kadarı statların iyileştirilmesine harcanmıştır? Bir istatistik yok ancak pek çok ülkede olduğu gibi otorite, “Kaynaklarının şu kadarını altyapıya harcayacaksın... Tesislerinin ve eğitiminin uygunluğunu da denetleyeceğim’’ demediğinden kaynakların büyük kısmının yeni futbolcu alımı ve kulüp borçlarının kapatılmasında kullanıldığını biliyoruz.

‘İŞİ BIRAKABİLİRİZ’
Dün Digiturk’ten üst düzey bir yetkili benimle bir bilgi paylaştı. Dedi ki: “Dünya derbisi diyorsunuz. Galatasaray-Fenerbahçe diyorsunuz ama bu seneki karşılaşmaya ilgi inanılmaz azdı. Yeni abone ve öde izle kampanyalarına katılım geçen seneye göre yüzde 30 düştü. Eğer ilgi azalmaya devam eder ise naklen yayın sorumluluğumuzu bırakmanın yollarını arayacağız...’’
DEVLET BU İŞİN NERESİNDE?
Görüştüğüm kişiler ve gelmeye devam eden tepkiler Türkiye’de devlet dışında futbol endüstrisinin ortak paydaşlarının inisiyatif alması gerektiğini gösteriyor. Kamunun (siyasetin değil) denetleme ve yönlendirme fonksiyonu dışında direkt futbola müdahale etme fonksiyonunu ortadan kaldırmak gerekiyor. Nitekim Fenerbahçe ve Galatasaray’ın başkanları ile yaptığım sohbette Aziz Yıldırım da Ünal Aysal da ‘’sil baştan’’ yeni bir yapılandırmanın gerekliliğine işaret etti. İkisi de birbirinden habersiz, “Dünyayı yeniden keşfetmenin âlemi yok. Almanya, İngiltere bu krizden nasıl çıktıysa o modeli alıp Türkiye’ye uygulayalım’’ tespitini yaptı.
Elbette yaşadığımız futbol fakirliğinin ve seyirci ilgisinin azlığına ilişkin ikisinin de çarpıcı tespitleri oldu. Ancak çıkış yolunda birleştiler. (Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’a da mesaj bıraktım ama geri dönmedi. Var ise onun da değerli görüşlerini almak isterdim...)
AYSAL: DEVLETTEN BAĞIMSIZ BİR YAPI KURULMALI
ÜNAL Aysal ile hem Türk futbolunun içinde bulunduğu durumu, hem de kulüp içindeki gelişmeleri konuştuk. Söyleşinin Türk futboluna yönelik çözüm önerilerini soru-yanıt formatından çıkararak aktarıyorum:
‘DÜNYANIN TERSİNE İŞLEYEN BİR EKONOMİ’
3.5 yıldır bu işin içindeyim. Bu apayrı bir ekonomi dalı. Spor ekonomisi. Dünyada en süratli yükselen ekonomik branşlardan birisi spor. Avrupa’ya, Amerika’ya bakıyorsunuz geometrik bir gelişim var. Türkiye’de bu tersine çalışıyor. Dünyada gelişmesinin nedeni nedir diye baktığınızda bir-iki temel noktayı görürsünüz...
Spor endüstrisi merkezi kontrolün, devletin kontrolünün dışına çıkmış. Bu yapılar gerçekten bağımsız kurumlar tarafından yönetiliyor. Arka planda devletin olduğu bir yapıdan bahsetmiyorum. UEFA, FIFA gibi... Ülkeler bazında baktığınızda kulüpler kendi aralarında birleşip ekonomik istikballerine kendileri karar vermek üzerine sistemler kurmuşlar.
‘FEDERASYONU DEVLET DİZAYN EDİYOR’
Federasyon var ama üçte iki oy hakkı devlet memurlarının elinde olan bir sistem. Bütün kulüpler birleşse bile bağımsız kararlarıyla bir federasyon başkanı seçtiremeyecek durumda.
Delegelerin çoğu, devletle işi olanlar aslında. Analizi yaptığınızda devletle bağımlı. Yüzü Ankara’ya dönük insanlar. Bozukluk var. Serbest spor ekonomisinden bahsediyoruz. Düzenleyici kurumların da bağımsız olması lazım.
‘BİZE DAHA FAZLA PARA VERMELİLER’
Başka bir boyuttan bakalım. Dünyada büyük kulüplerin ana gelir kaynağı lokal değil. Uluslararası yarışmalar. Asıl para orada. Biz kulüplerin beslendiği iki ana kanal var. Canlı yayın ve stat gelirleri. Canlı yayın gelirleri, federasyonun kontrolü altında. Onlar belli kritere göre bölüştürüyor. İspanya’nın güçlü takımlarına bakın; kendi taraftar sayısına, başarısına göre büyük pastayı onlar alıyor. Real Madrid, Barcelona, araya giren A. Madrid. İspanya’yı onlar temsil ediyor. Bizi dışarıda temsil edecek takımların Türkiye’deki pastadan daha fazla pay alması gerektiğini söylüyorum.
BÖLGESEL LİGLER
Kulüplerin hedefi Avrupa’da yarışmak olmalı. Bu sadece Avrupa Şampiyonlar Ligi veya UEFA Ligi; değil bölgesel ligler dönemi başlıyor, spor ekonomisi oraya doğru gidiyor. Bizden daha güçlü takımlarla dışarıda daha fazla maç yapma imkânını elde etmemiz lazım. Fırsatları değerlendirmek gerekir.
‘BAĞNAZ MİLLİ TAKIM...’
Bir de bağnaz Milli Takım tutkusundan kurtulmamız lazım. Yani Milli Takım’a biz iyi oyuncu yetiştirmek istiyorsak her takımdan toplama “Ahmet sen gel, Mehmet sen gel” demek yerine federasyonun Milli Takım ve altyapı işini kendi başına ayrı bir düzen olarak götürmesi lazım. Futbolun gelişmiş olduğu ülkelerde böyle. Federasyonun tek görevi Milli Takım ve altyapı olması lazım. Başka hiçbir şeyle ilgilenmemeli. Hakem tayinlerinden kulüplerin ekonomik yapısına karışmamalı. O başka oluşumların işi olmalı. Sihirli formül bu...
‘AMERİKA’YI KEŞFETMEYE GEREK YOK’
Federasyon politize olmayacak, tamamen teknik başarı odaklı kendi başına çalışacak. Amerika’yı keşfetmeye gerek yok. İngiltere, Almanya... Bu ülkelerde kulüpler birleşerek kendi kaderlerini kendileri tayin ediyor. O yüzden “Ona naklen yayın havuzundan yüzde 12 verdin, yüzde 9 verdin” yok. Sistemi koyuyor ve başarıya göre de pastayı paylaştırıyor. Biz burada hiç vakit geçirmeden gelişmiş ülkelerden bir tanesini alıp kopya etmeliyiz.
‘YABANCI KONTENJANI SERBEST KALSIN’
Takımlara getirilen yabancı oyuncu kontenjanı artırılmalı. Başka ülkelerde olan belli. Bir yaş sınırı getirilir. Ayrıca yaşlı oyuncuların kendi milli takımlarında oynama sürelerine göre bir kriter getirilebilir. Hatta kırmızı kart sayısını bile şarta bağlarsınız
'ASLA GERİ DÖNMEM'
-Ekonomik kriz derinleştiği için havlu attığınız söyleniyor?
Bu borç yapısı geldiğimde vardı. Üstelik ayrılmayı hiç düşünmüyordum. Tam tersi büyük projeler üzerinde çalışıyorduk. Ön çalışmasını aktardım, ortalık karıştı. Baktım engelliyorlar. Bıraktım. Ve asla geri dönmeyeceğim. n Altın hisse satışı yapmak istediğiniz için karşı çıkıldığını okudum... Bu da büyük bir yalan. Ne böyle bir şey teklif ettim, ne de düşündüm. İsteseniz de satamazsınız. Bu Işın Çelebi’nin içeride kasıtlı olarak çıkardığı bir spekülasyondan ibaret. Yeni Ticaret Kanunu’na göre şirket sözleşmesinin düzenlenmesi hadisesi vardı ve son derece teknik bir ayrıntı. Üstelik altın hissenin korunması konusunda SPK bizimle aynı görüşteydi ve bakanlık ile çatıştı. Bakanlığı şartın kalması konusunda biz ikna ettik.
-Ağır borç bıraktığınız iddiaları... 
328 milyon dolar borçla başkan oldum. Bunun 3 yıllık 84 milyon dolar faizi vardı. Yani 412 milyon dolar. Ben 338 milyon dolar borç ile devrediyorum. Karşılığında 165 milyon dolar futbolcu değerim var. Geldiğimde bu değer sıfırdı. Galatasaray’ın marka değeri artmış ki onu kimse hesaplamıyor. Sponsorluk gelirlerini bu başarıyla aldım. Başarılı olmasaydık bu gelirleri alamazdım ve durum çok daha kötü olurdu.
'BÜYÜK TAKIMLAR BÜYÜK GEMİ GİBİDİR KÜÇÜKLER DÜMEN SUYUNDA İLERLER!'
-Sayın Aysal, Türkiye’yi Avrupa’da temsil eden takımların naklen yayın havuzundan daha fazla pay alması gerektiğini söylediniz. Ancak, maçlara olan ilginin devam edebilmesi için, statlara heyecan gelmesi için karşılaşmaların belirsizlik ilkesine göre olması gerekmiyor mu? Güçlü birkaç takımın, sürekli zayıf takımları yendiği bir futbol iklimi kimi mutlu eder ki ve endüstriyi nasıl büyütebilir ki? Amerika’da bazı kulüpler fazla para kazanınca rekabeti bozar diye vergi bile konulur... 
Bu senelerdir tartışılan bir konu. Siz konuya oradan bakıyor- sunuz ben bu taraftan bakıyorum. Benim görüşüm farklı. Büyük takımların büyüklükleri arttıkça bir vakum gibi arkasından diğer takımları çekeceğini düşünüyorum. Diğer takımların gelişimini sağlar. Önde güçlü bir gemi gidiyor, arkasından gelen tekneler onun dümen suyunda ilerleyebiliyorlar.
Geçmişte bu vardı. Canlı yayın gelirlerinin yüzde 50’sini 4 takım alırdı. Bu dediğiniz olmadı. O dönem ekonomi küçüktü. Ayrıca spor ekonomisi yine bağımsız değildi. Bugün kontrol öyle bir noktada ki belediye takımları mesela. Şehrin kendi futbol takımı var. İstanbul’un güçlü 3 takımı var. Siz bunların yanına bir de belediye takımı kuruyorsunuz. Şehrini temsil eden takımlar var, yetmiyor aralarına bir takım daha sokuyorsun. Zaten bu takımların ekonomileri bölünmüş durumda. Bari yeni takım kuracağına var olanlara destek ver. Ver ki şehrin marka değeri yükselsin. Bu kaynakların çar çur edilmesidir.
'BEN DE O GİRDABA GİRMİŞ OLABİLİRİM'
-Takımlar bir girdabın içine girmiş durumda. Yarışma öyle bir hale geldi ki kulüpler farkında olmadan bir girdaba girdi. Herkes birbirinden daha fazla daha iyi oyuncu alıp yarışmada diğerine göre güçlü olmaya çalışıyor. Kendi ekonomilerini zorladılar. Bu yöneticilerin heyecanı da olabilir. Yarışma modeli de olabilir. Ama bir yandan da gelişimi engelleyen bir faktör oldu. Siz de bu heyecana kapılmış olabilir misiniz? 
“Kapılmadım” dersem yalan olur. 2011’de geldiğimde 8’inci durumda olan bir takım vardı. Ondan evvelki sene 3’üncü, ondan evvel 5’inci olmuş bir Galatasaray devraldım. Borcumuz da bugünkü borcun aşağı yukarı aynısıydı. Bunun faiz yüküyle karşı karşıya kaldım. Bir de geldiğimde önümüzdeki 3-4 yılın gelirleri de yenmişti. Yalnız 328 milyon dolar borç değil, gelirleri de yenmişti. Ben bu yükü aldığımda tek şansım vardı, buradan çıkmak için başarılı olmak. “Başarı, başarı, başarı’’ demiştim çünkü. Bir kulübün başarıyı yakalamadan ekonomik olarak ayakta kalması mümkün değil.
-Şöyle anlıyorum. Bugün sizin yerinize gelecekler açısından da aynı durum söz konusu, başarı şart. Ama UEFA kriterleri kulübü zorlayacak gibi görünüyor... 
Haklısınız geçen seneden itibaren UEFA kriterleri sertleşmeye başladı. 2011’deki kriterlerle 2014 kriterleri aynı değil. Her gün bir huni gibi aşağıya doğru sıkılaştırılıyor. Amaç Avrupa’da sadece güçlü kulüplerin yarışmaya katılabilmesi. Hedef bu. Bu nedenle ekonomik yönden kulüplerimizi konsolide etmeliyiz. Yapamazsak o zaman endişelerimiz gerçekleşir.
-Şimdi konuyu odak noktamıza çekmek istiyorum. Beni heyecanlandırmayan bir futbol oynanıyor. Ben maça gitmez isem, yayın havuzuna abone olmaz isem sizler nasıl başarılı olacaksınız ki? Ne olacak? 
İyi futbolcular, iyi yöneticiler... Sizi heyecanlandıracak tek şey o.
-Gençlere örnek olacak, heyecanlandıracak birkaç futbolcu sayar mısınız... Ben sayamıyorum, işte Gökhan Töre. Söylenenler doğru ise çocuklar onu mu örnek alacak? 
Haklısınız. Örnekler çok az. Türkiye içindeki yarışmalar maalesef bizi o noktalara götürmüyor. Başarmanın yolunu bulmalıyız ve bulacağımıza eminim.

YARIN: AZİZ YILDIRIM: Futbolu da teslim almaya çalışan yapı seyirciyi küstürdü. Spor Yasası’nı bizi yok etmek için çıkardılar. Almanya modelini aynen uygulayalım... Aziz Yıldırım’ın örnek aldığı Almanya modeli nedir?




Aziz Yıldırım'dan Türk futbolunun kurtuluş formülü!

"Yeni futbol anayasası oluşturalım"

http://spor.haberturk.com/futbol/haber/1003072-aziz-yildirimdan-turk-futbolunun-kurtulus-formulu
Tarih: 25 Ekim 2014 Cumartesi, 03:56:51 Güncelleme: 11:55:58
Yavuz SEMERCİ - YAZI DİZİSİ 4 / HT GAZETE
Aziz Yıldırım’la futbolun kurtuluş formülünden tribün protestolarına, yabancı futbolcu serbestisinden şike operasyonuna her şeyi konuştuk... F.Bahçe Başkanı net: “Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya... Bu ülkeler ne yapıyorsa, onu yapalım.”
-Aziz Bey, etrafımda da görüyorum futboldan kopuş var... Gençlerin futbola ilgisi giderek düşüyor, belki Milli Takım’dan kaynaklanıyor bu durum ama kalıcı bir kalitesizlik çukuruna düştük algısı yaşıyorum...
Milli Takım’ın başarısızlıklarından kaynaklanan bir durum değil. Son 6-7 yıla bakın. Türkiye’de siyasetin içine girmiş bir anlayış, bir irade var ve Türkiye’yi tüm kurum ve kurallarıyla yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Bu irade Türkiye’nin gerçek olan odaklarını yok etmeye başladı. Askerdi, emniyetti bu yapıları yok etmeye ve ele geçirmeye çalıştı. Kısmen de olsa başardı. Yargıya bakıyorsun, yargı yok edilmiş. Seçim oluyor deniyor ki kazanan taraf işte demokrat ve milliyetçi... Kazananlar 5-6 bin, kaybettiği söylenen taraf ise 4-5 bin oy alıyor. Türkiye’de tehlike devam ediyor. Özel mahkemelerde yapılan tüm yargılamalarda Türkiye’de huzursuzluk çıktı.
-Bu iradenin, devlet içinde paralel bir yapı tarafından mı oluşturulduğunu söylüyorsunuz. 
Adına kim ne der bilmem. Kamusal veya sivil alanda çalışan kurumlara yönelik bu hoyratlığın, haksızlığın altını çiziyorum. Türkiye gerçeği bu ve bunu spordan soyutlayamazsınız. “Spor iyi, diğerleri kötü” diyemezsiniz. Huzur bırakılmadı. Huzurun olmadığı yerde ne eğlence hayatı, ne düşün hayatı olur. Her şey tepetaklak aşağıya iner. Bu durum futbola da yansıdı.
‘BAŞIMIZI KALDIRAMADIK’
-Aziz Bey sanki dünya çapında bir futbol endüstrimiz vardı, birileri geldi bunu bozdu gibi konuşuyorsunuz? 
Elbette hayır. Ama örnek vereyim. Bir binanız vardır. Daha modern, çağın koşullarına uygun hale getirmek istiyorsunuz. Aynı binayı nasıl yapacağınızı bilmeden yıkmak, bir de planlayarak yapmak var. Öyle bir süreç yaşadık ki yeniden yapılandırma için kafamızı bile kaldıramadık... Siyaset veya tanımladığı irade spora doğrudan müdahale etti. 3 Temmuz olayı budur. (Şike sürecini kastediyor.)
-Bir müdahale olduysa futbol otoritelerinin önerdiği ve TBMM’de tüm partilerin ortak kararıyla kanunlaşan düzenlemelere göre yapıldı... 
Herkes gibi yanılıyorsunuz. O yasa (6222 sayılı yasa) bizlere operasyon yapılmak için çıkarıldı. Şiddeti ve şikeyi önleme tarafı bir örtüydü. Öyle bir şey yaptılar ki şikeyi düşünmeyi bile ağır cezalık suç haline getirdiler. Dediler ki: “Kulüpler istiyor, federasyon istiyor” Hayır istemiyorduk. Tüm kulüplere operasyon yapmak için bir gece yasaya madde koyup öyle geçirdiler. (Bu noktada Yıldırım, ayağa kalkıp bir belge getirdi. Belge 2009 tarihli. İstanbul Nöbetçi 11. Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliği’ne diye başlıyor. Devrimci Karargâh örgütü üyelerine yönelik telefon dinlemesi talep ediliyor ve bir alt cümlede de futbolda gerektiğinde cebir ve tehdit kullanarak ekonomik kazanç elde etmeye çalışanlar olduğu vurgulanıyor. Ve bazı şahıslarla ilgili dinleme kararı isteniyor. Birkaçının ismi karalanmış... Yıldırım, dinleme talep eden ismi gösteriyor ve “Şu anda tutuklu görevlilerden birisi’’ diyor..) Yavuz Bey, bizlere yıllar önce dinleme yaptılar ve ona uygun kanun çıkardılar. Hadisenin başlangıcı 2009 yılıdır. O yıl şampiyon olsaydık, hemen düğmeye basacaklardı. O yıl Trabzon’da berabere kalıyoruz; şampiyonluğu kaybediyoruz. Bize işlem yapmıyorlar. O zaman Bursa’ya da işlem yapacaklar. G.Saray ve Beşiktaş’a işlem yapacaklar.
-Dertleri ne? 
Devleti ele geçirmek.
-Yani hükümetten habersiz mi yapılıyor bunlar? 
İlgililer kandırılıyor sanırım. Başbakan’a deniliyor ki: “Biz tespit ettik; bu maçlar şike” Başbakan’ın “Kesin değilse, içeri girmeyeceklerse operasyon yapmayın” dediği söyleniyor. Dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Aydınlar’ın şike diye gösterdiği maçı, savcı iddianameye koymadı.
-Şike suçlamaları ve tutuklamalar futbola ilgiyi düşürdü diye anlıyorum. 
Hak etmediğimiz operasyonlar yapıldığı için insanlar çekildi. Aklı başında vicdanlı insanlar “Bunlar olur mu?’’ dedi. Lig TV bile sıkıntıya girdi. Abonelikler iptal edildi. Benzer hadiseler seyirciyi uzaklaştırdı. İlgiyi azalttı. Spora fazla siyaset girdi.
-Gezi olayıyla eğilim arttı galiba... 
Yapacak bir şey yok. Seyirciyi tutmam mümkün değil. Sonra baskılar geldi. Kaçış hızlandı. Passolig de zamansız devreye girdi. Yanlış anlatıldı. İnsanlar haklı olarak tepki gösterdi. Bakın sosyal medyaya. “Kalabalık yerlere girmeyin. Alışveriş merkezlerine gitmeyin, bombalar patlayacak” diye insanlar birbirini korkutuyor. Seyirci stada niye gelsin... İnsan kaçmaz mı? Kaçar.
-İyi de Lig TV aboneliklerinde de sistemi besleyecek artışlar olmuyor. 
Elbette etken bunlar değil. Çok etken var.
-Peki etkenlerden birinin de gece maçları olduğunu düşünür müsünüz? 
Emin değilim. Eskiden gece maçları doluyordu.
-Sadece doluluğu sormuyorum. Gençlerin gece maçlarına ilgisi azalmıyor mu? Okul, iş var. Pazar gecesi ertesi gün okula gidecek 14 yaşındaki çocuğu nasıl maça götüreceğim ki? 
Araştırma yapılır ve gerekirse maçlar gündüze alınabilir. Sorun yok. Bir de Avrupa futboluna yönelik canlı yayınlar arttı. İlgi bölünüyor olabilir...
‘AMATÖRE İNANILMAZ PARA’
-Kendi açınızdan olayı anlattınız. Ben bir şey öğrenmek istiyorum. Futbol endüstrisine akan para yüksek değil mi? Fazla para sarhoşluğuna tutulduğunuz söyleniyor?
-Ne fazla parası kardeşim? Hikâye. Avrupa’da büyük kulüplere baktığımız zaman bunların bütçeleri 400-600 milyon Euro’larda. Siz kiminle mücadele etmek istiyorsunuz? Bunlarla mı? Kendimizden örnek vereyim. 200 milyon Euro bütçemiz var. Bu bütçenin 50 milyonunu neredeyse sıfır gelir getiren amatör spor dallarına harcarız. Yani biz 50 eksiyle başlıyoruz faaliyetlerimize.
-Severek yapıyorsunuz değil mi bu desteği... 
Hem severek hem mecburiyetten. Camia istiyor. Devlet amatör şubelerin hiçbirine katkı yapmıyor. Üstelik maç paralarını bile alıyor. Devletin kurdurduğu federasyon, bizim örneğin voleybol maçlarının yayın haklarını satıyor parasını kendisi alıyor. Ayrıca ben federasyona para ödüyorum. Medya da çıkıp “Vergi ödemiyorsunuz” diye eleştiriyor. Arkadaş ben statta bilet satıp KDV ödüyorum. Sonra Beden Terbiyesi gelip “Senin forma reklamından saha kenarı reklamına kadar hepsinden yüzde 7 alacağım” diyor. Mahkemelik olduk. İsim sponsorluğundan bile yüzde 7 istiyorlar.
-Futbolculara verilen paralar? 
Bizde en yükseği 2 milyon Euro alır. Yıllık yılda 45 milyon Euro net ödememiz var. Artı yüzde 15 de vergisini ödüyorum. Antrenörün yüzde 45 vergisi var.
-Niye? 
Bir dönem Fatih Terim’e kızdılar. Yasa çıkardılar. Her şey saçma yani... Dışarıdan farklı görünüyoruz...
-Beşiktaş’ın oyuncusu vardı. Almedia. Bilmem kaç milyon Euro verdiler. Kabul etmedi. Şimdi 400 bin Euro’ya Avrupa’da oynuyor. Biz fazla bonkör değil miyiz? 
Onun miadı dolmuş demek ki.
-Peki kaleyi tutturamayan futbolculara kaç milyon Euro verirsiniz? 
Kimden bahsediyorsun?
-Milli Takım’da gördüm vallahi... 
Milli takımlar bu takımların bu toplumun yüzüdür. O futbolcuyu suçlayamazsın. O çocuklar da toplumun bir parçası. Toplum mutlu değil ki...
-Yabancı futbolcu serbestisine ne diyorsunuz? 
17 sene önce “Serbest bırakın” dedim. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya... Bu ülkeler ne yapıyorsa, onu yapalım. Yeni bir futbol anayasası oluşturalım. “İstediğini transfer edebilirsin ama şartlar şu” dersin. “Genç olacak” dersin, “Milli takımda oynuyor” dersin... Hadise şu: ben istemez miyim altyapıdan oyuncu çıksın? Bütçeleri düşüreyim. Ama iyi oyuncular getirmezsen Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe Avrupa’da bir şey yapamazsın.
‘SİYASET HEP İÇİMİZDE OLACAK’
-Tekrar rakamlara dönersem. Milli Takım Teknik Direktörü’ne verilen para. Normal mi?
O günün şartları öyledir. Biraz da işin içine siyaset karıştı.
-Siyaset elini çekecek mi? 
Siyaset hiçbir zaman elini spordan çekmez. Normal aslında. İnsanın olduğu her yerde siyaset olur.
EN ÇARPICI ÖNERİ: AŞIRI BORÇLANAN KULÜPLERE TRANSFER YASAĞI 
Dizide görüşlerinden faydalandığım pek çok insan oldu. İlk gün paylaştığım “Türk futbolu nasıl kurtulur” önerileri de böyle oluştu. Hemen hepsi altyapıya verilmesi gerek önemi anlattı. Pek çoğu kulüp başkanlarının ve yöneticilerin, gelecek yıllara ilişkin kulüp gelirlerinin, önceden harcanmasının engellenmesini tavsiye etti. Hatta yöneticilerin aşırı harcamalarını durdurmak için şahsi kefalet vermelerini önerdi. Bence en çarpıcı olanı ‘’Aşırı borçlanan kulüplere transfer yasağı’’ getirilmesiydi. Avrupa’ya gidecek takımlarımızın başının gerçekten derde gireceği ortaya çıktı. Bence düşünülmesi gereken radikal bir adım var. Futbol Federasyonu’nun sadece milli takım ve altyapıya yönelmesi. Kulüplerin kuracağı bir şirket ile kendi kaderlerini tayin etmesi...
ALMANYA MODELİ ALTYAPI MODELİDİR...
DÜNYANIN futbol merkezleri haline gelen ülkelerin birbirinden farklı uygulamaları var. Bu konuda federasyonun detaylı bir çalışma yaparak kamuoyuyla paylaşması ve paydaşların bir araya geldiği bir organizasyon düzenlemesi gerekiyor. Yine de bu yazı dizisinde Almanya modeli ön plana çıktı. Modelin ruhu altyapıya verilen önemde ortaya çıkıyor. En azından ben detaylı bir analiz bulamadım. Yine de ana hatlarıyla özetleyeyim:
1) Öncelikle iki profesyonel lige geçildi.
2) Tüm kulüplere altyapı şartı getirdi.
3) Şirketleşmeyi benimsemedi. Futbol takımlarının sahipliğinin yüzde 50+1 hisse şeklinde dernekte kalmasını benimsedi.
4) Ülkenin her bir yerinde futbol akademileri kurdu. Eğitim programını standartlaştırdı. Ve altyapıya 2 milyar Euro harcadı.
5) Altyapı çiminden ışıklandırmaya, salondan saha sayısına kadar standart oluşturdu. Denetledi. Eksik kulüplere yönelik cezaları ağırlaştırdı.
6) Binlerce yeni yetişmiş insan (doktor, hemşire, terapist, psikolog) istihdam etti. Sponsorluk, stat ve diğer gelirler arttı.
‘30’A YAKIN DAVA VAR’
Bir nokta daha var. Yabancı futbolcu sınırıyla ilgili. Herkes sınırlama olmasından yana. Sadece transfer edilecek olan yabancılar için yaş, milli takımda oynamış olma şartı getirilsin istiyor. Peki federasyon neden bu konuda adım atmıyor? Onu da bir federasyon yetkilisi şöyle açıkladı: ‘’Neredeyse her yabancı transferi mahkemelik oluyor. 30’a yakın dava var. Federasyon serbestlik gelirse bu davalardan başını kaldıramayacağını düşünüyor ve korkuyor.’’ Bilemiyorum bu ne kadar gerçekçi ama yabancı sınırı kalkıp, kulüpler “Sahada ve yedek kulübesinde altyapıdan şu kadar oyuncu olacak” şeklinde bir şart getirirse yerli oyuncular açısından faydalı bir dönem başlayabilir. Özetle Türk futbolunu kurtarmak benim işim değil. Bu dizide kurtarmak isteyenlerin heyecanını size yansıttım.


İlk 3 yazı linkleri: 

1 yorum:

  1. Yazı dizisi TÜRK FUTBOLUNDAKİ gerçek sorunları dile getirmekten uzak, PASOLİG VE SİYASİ müdahaleyi adeta TEMİZE çıkartmak için yazılmış bir yazı… Ülkemizdeki en büyük problem samimiyetsizlik… Ben bu yazı dizisinin bir yerlerden gelen istek üzerine hazırlandığına inanıyorum…

    Biz taraftarı böyle yazı dizileriyle kandıracaklarını sanıyorlar… İLETİŞİM çağında olduğumuzu, yalan ve gerçeklerden uzak haberlerin, yazıların anında balonun patlayacağını unutmuş gibi davranıyorlar ben hala buna şaşıyorum… Bugün ABD devleti IRAK, AFGANİSTAN VB. müdahaleleri kamuoyuna anlatabilmek ve vatandaşını ikna etmek için kırk takla atıyor… Çünkü şunu biliyor ki basit açıklamalarla kamuoyunu günümüz dünyasında İKNA edemezsiniz… Bugün 12 Eylül olayları tam olarak çözülebilmiş değil… ABD’DE çözme derdinde değil… Bugün ABD’NİN ırak ve afganistan’a girmek için ikiz kule saldırılarını gizli örgütleri vasıtasıyla yaptırdığı konuşuluyor… Bizim ülkemizde ise çok büyük derecede gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar… Türk futbolu 2011 yılında şike adı altında yapılan siyasi ve ekonomik amaçlı İFTİRA davası ile DİBE vurmuştur… Yavuz SEMERCİ DE bunu gayet iyi bilmektedir… Ancak korktuğundan mıdır yada çıkarı olduğu için midir bu tespiti yapamamaktadır… Hatta yazı dizisinde İFTİRA davasını çok düzgün bir işmiş gibi algılatacak sorularla temize çıkartma gayretini acıyarak okudum… 3 Temmuzdan sonra bir daha kesinlikle abone olmamak üzere ligtv aboneliğimi iptal ettirdim… 3 Temmuz sürecinde GS KULÜBÜ üzerinden İFTİRA davasındaki REZİLLİKLERİ örtbas etme sahtekârlığını gördükten sonra da HAVUZ sistemi sürdüğü sürece maç yayınlarını FBTV’DE verse abone olmayacağım…

    Ayrıca elektronik bilet sistemi bahane edilerek birilerine RANT aracı olacağıma STADA gitmem… Bir maça gitmek için neden KART çıkartmak zorunda bırakılıyorum??? Neden kazanmasını istemediğim kişilere para kazandırayım??? Statlardaki sistemi TFF yapamaz mıydı ??? Ayrıca KART çıkartacaksam bu karta verdiğim paranın tümünün kulübüme gitmesini isterim… Ama efendim ben de sistemi kurdum para harcıyorum diyorsan harcamasaydın kardeşim… ben bir maça zaten bilet parası ödeyip girerken bir de üzerine neden kart parası ödeyeceğim ??? Taraftarı LİGTV soyar, doğru düzgün hizmet vermez… Maç sırasında sürekli reklamlarla ekranı küçültür… Maç biter jet hızıyla reklama gider… Maç sonu açıklamalar için veya maçtaki pozisyonların tekrarı için gece yarılarını bekletirler… Bu arada da reklam üzerine reklam verirler… Maç anlatımı yapan spikerler felaket… Çekimler berbat… Maç havasını asla vermiyorlar… Para alıp yayın yaptıkları halde parasız yayın yapan kanallardan daha fazla reklama gidip insanı çıldırıyorlar…

    Türk futbolunun temel sorunu BAŞTA DEVLETİN, daha sonra TFF’NİN EN sonunda da KULÜPLERİN sadece ama sadece TARAFTARI para kaynağı görüp sövüşlemek istemelerindedir… Kimse parasını aldığımız bu insanları nasıl güzel ve kaliteli oyun izletiriz derdinde değil…Öncelikle bu zihniyetin düzeltilmesi lazım… Bu da şuan için ufukta bana göre 100 yıl gözükmüyor… Kısacası TÜRK FUTBOLUNDAN TÜRK insanın kalitesizliği ve samimiyetsizliği nedeniyle ve tek amaç RANT olduğu için bir CACIK olmaz… Umarım yorumumu yayınlarsınız… Yayınlamazsanız bir daha asla yorum yapmam ve düzenli takip ettiğim sitenizi de takip etmem…

    YanıtlaSil